Kayıtlar

Mart, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sosyal izolasyon neden bu kadar önemli?

Dünyayı tehdit eden ve binlerce kişinin ölümüne neden olan koronavirüsle mücadele kapsamında bütün önlemler alınıyor. Ancak resmi kurumlar ne kadar önlem alsa da en büyük önlemin vatandaşların alınması gerekiyor. Bu nedenle sürekli sosyal izolasyon konusunda ısrarla uyarılar yapılıyor. Uzmanlar tarafından sosyal izolasyona bu kadar vurgu yapılırken, toplumumuzun bir kesimi yanlış bildiği düşüncelerle bu uyarıları gereksiz buluyor. Şanlıurfa'ya salgının gelmesinin zor olduğunu söyleyenler, daha önce de hastalıklar çıktı ve atlattık diyenler, yoğun olmayan alanlarda dolaştıkları için salgının kendilerinden uzak olduğu düşünceleriyle teselli olanlar. Kendi işyerlerinin kalabalık olmadığını bu nedenle riskin az olduğuna inanarak işine gidenler… Riskin ne kadar büyük olduğunu bir örnekle belirtelim. Düşünün ki siz telefon tamiri yapan bir esnafsınız. Yoğun ortam değil, tek kişi olarak çalışıyorsunuz. Maske ve eldiven takıyorsunuz önleminizi alıyorsunuz. Gelen müşteriyle tokala

Tedbir almak bu kadar zor mu!

Toplumumuzda 'Yasak de, otur izle' sözünün bu süreçte uygulamaya geçildiğini görüyoruz. Çünkü koronavirüs tedbirleri kapsamında ne kadar yasak uygulansa da bu yasağa aldırış etmeyenlerin sayısı da fazla oluyor. Bilindiği gibi dünyayı tehdit eden bulaşıcı hastalık olan koronavirüsün tehlike boyutu küçümsenmeyecek kadar ciddi risk taşıyor. Bu nedenle Türkiye'de daha hızlı yayılmasının önüne geçmek için birtakım tedbirler alındı. Bu tedbirlerin başında vatandaşların evde kalmaları uyarıları geliyor. Ancak bu uyarıları toplumumuz ne kadar ciddiye alıyor? Yoğunluğun yaşandığı alanlarda kolayca yayılan hastalığa karşı yoğunluğun oluşmaması için camiler bile kapatılırken, halen bu tehdidi önemsemeyen insanlarımız var. Hiçbir tedbir boşuna değildir. Okullar kapatıldı, bunu fırsat bilenler çocuklarını da alarak gezmeye çıktı. İyiki okulların tatil olduğunu daha rahat gezebileceklerini belirttiler. Bazı işyerleri kapatıldı, evde kalmak yerine piknik alanlarında mang

İnsanları inat ve bilgi kirliliği öldürecek

Koronavirüs salgını dünyayı tehdit ederken, Türkiye'de de vaka sayısı artmaya devam ediyor. Bu durumda Türkiye gerekli önlemleri alırken, vatandaşların da paniklememeleri için sık sık uyarılar yapılıyor. Koronavirüsün yayılmasının önüne geçmenin en büyük etkeni de paniklememek ve yanlış bilgilere kanmamaktır. Sadece virüsün yayılma tehlikesine karşı değil, bütün afetlerde panik yapmanın can aldığını unutmamamız gerekir. Örneğin deprem anında panikleyerek kendini balkondan boşluğa bırakarak hayatını kaybedenleri, yangın anında pencereden atlamaya çalışanları görüyoruz. O anda bu afetler can almasa da panik nedeniyle hayatını kaybedenler oluyor. Öte yandan günümüzde sosyal medyanın yoğun olarak kullanılması, bizi her ne kadar anlık durumdan haberdar etse de bir o kadar da bilgi kirliliğine maruz bırakıyor. Sosyal medyada her önüne gelen kendine göre bilgi paylaşıyor. Koronavirüs ile ilgili internette o kadar çok bilgi paylaşılıyor ki, insanlar hangisini dikkate alacağını bi

Gözler çabanın aynasıdır!

'Gözler kalbin aynasıdır' sözünden yola çıkarak insanların içinden neler geçtiğini çoğu zaman gözlerine bakarak anlayabiliriz. Dikkat etmemiz durumunda insanların gözlerine bakarak üzüntülü, neşeli, yorgun olduğunu ya da yalan mı doğru mu söylediğini kolaylıkla anlayabiliriz. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın da koronavirüs ile ilgili verdiği çabayı gözlerine bakarak görebiliyoruz. Dünyanın tümüne musallat olan ve her geçen gün can alan koronavirüsle mücadele kapsamında samimiyetle mücadele edenleri de görüyoruz, bu belayı fırsat bilerek bundan faydalanmak isteyenleri de. İnsanları daha kolay dolandırmak isteyenler, insanları stok yapma düşüncelerine yöneltip fiyatları yükseltenler, insanlarda daha fazla panik oluşturmak için sahte belge yayınlayanlar ve daha farklı kurnazlıklara başvuranlar… Yatacak yeriniz yok! Şu anda dünya geneline baktığımızda 24 içinde onlarca ya da yüzlerce kişinin korona vakasına yakalandığını görüyoruz. Bu virüsten her gün onlarca insanın

Bu fırsatçılar varken düşmana gerek yok!

Dünyada Müslüman, geleneklerine bağlı, mazluma el uzatan, zalimin karşısında duran, komşusu açken tok yatmayan, her kim olursa olsun zor kalanlara kapısını açan bir millet olarak tanınıyoruz. Ama gel gör ki ortada bir sepet dolusu elma ve bu sepetin içinde bazı elmalar çürük. Bu çürük elmalar sepetteki diğer elmaları da bozarak o sepet dolusu elmaları değersiz kılıyor. Şu anda yaşadığımız durum tam da bu örneğe benziyor. Toplumumuzun bir kısmı iyiliği, zorluğu kardeşliği unutuyor, şahsi menfaatleri ön plana çıkararak ve başkasının zor durumundan faydalanarak haksız kazanç elde ederek kısa yoldan zengin olma hırsına kapılıyor. İşte buna fırsatçılık deniliyor. Soğan, patates gibi temel gıdalar üzerinden fırsatçılık yapanlar o kadar milletin bedduasını alırken, yine de akıllarını başlarına almadılar. Özellikle böyle zor günlerde vatandaşın cebine göz dikenler nereye varacaklarını sanıyorlar acaba? Hangi vicdan bunu kabul eder! Biz toplum olarak yerli malı önemserken, genelde i

Hak değilse neden söz verildi?

Önceki yazımda seçim dönemindeki vaatlerin projeye dönüşmesinde engellerin çıktığı konusundan bahsetmiştim. Bu yazımda da Şanlıurfaspor ile ilgili seçim döneminde verilen vaatler ve seçimden sonraki durumu konu aldım. Şanlıurfaspor'un şu andaki düştüğü durumu gözden geçirelim. Ligin başından beri çıktığı tüm maçlarda sadece bir beraberlik almış, diğer tüm maçlarda ise mağlup oldu. Bunun en önemli sebebi de maddi sıkıntılardır. 70 milyon TL'lik borcu olan takım, zaten bu zorluk karşısında psikolojikmen bile ayakta duramaz.  Şanlıurfaspor bu kadar zor durumdayken, etrafında kimsenin kalmadığını görüyoruz. Taraftar bile stadyuma gidip bedava maç izlemekten aciz. Oysaki daha geçtiğimiz günlerde spor severlerin Galatasaray için Şanlıurfa'nın caddelerini nasıl renklendirdiğini gördük. Demek ki spor sever bu kentte oldukça fazlaymış ama zor durumda kalan Şanlıurfa'nın temsilcisinin arkasında durmak işlerine gelmiyor. Bir zamanlar siyasetçilerin sürekli dile getirdiği,

Vaatleri projeye dönüştüremeyen engeller

Özellikle seçim dönemlerinde belediye başkan adayları ya da milletvekili adayları seçmenin oyunu alabilmek için o kadar güzel vaatler verirler ki sanırsınız yeter ki istesin, her şeyi yapma gücüne sahiptir. Dev projeler, sosyal aktiviteler ve daha neler neler… Seçmene göreve geldikleri taktirde bu projeleri yapma sözü verirler. Sözde icraat kolay ya! Bu nedenle hiçbir engelle karşılaşmaları mümkün değil. Bazen o kadar abartırlar ki kaldıramayacakları yükü kaldırma sözü bile verirler. Seçim zamanında bu projeleri vaat ederek seçmenin gönlünü almak kolay tabi. Eee seçmen de size güvendi sizi seçerek siyaset makamına getirdi. Gelelim projeleri hayata geçirmeye. Vaat edilen projelerin birçoğu unutulur zaten. Seçmen de zaten bunun üzerinde durmamıştır. Göze çarparak dikkat çeken bazı projeler vardır. Bu projeler vatandaşın hatırına gelir ve vaat edilen bu projenin ne zaman yapılacağı sorulur. Vaatlerin sahibi mümkünse bu vaatleri gündeme getirmemeye çalışır ve toplum tarafından

Bazen doğa ummadığımız anda güzelleşir

Yer şekilleri bakımından birçok farklılığı içinde barındıran ülkemiz, verimli topraklar kadar zengin su kaynaklarına da sahiptir. Toprak temel gıdalarımızı karşılamada en üst düzeyde öneme sahip olsa da toprağın sudan bağımsızlığını düşünemeyiz. Çünkü toprağı yaşatan sudur. Doğu ve Güneydoğu bölgemiz nehir bakımından oldukça zenginken, bu zenginliği avantaja çevirmek için bölgede de çok sayıda baraj inşa edilmiştir. Bu barajlarla akan suyu depoluyoruz, içmede, sulamada ve enerji üretimi ihtiyacımızda kullanabiliyoruz. Genel olarak barajlarda su seviyesi yükselince daha fazla alana ihtiyaç duyulur. Bu nedenle bazı yerleşim alanları baraj suları altında kalmak zorunda kalır. Bazen mezralar, köyler ya da bizi besleyen topraklar sular altında kalarak kaybolur. Kim atalarından kalan toprakları, alın teri dökerek inşa ettiği evini bırakıp gitmek ister ki! Kimse hatıralarının, çocukluklarını yaşadıkları yerleşim alanlarının sular altında kalmasını istemez. Bu nedenle toplumda ye

Çözümü şiddette arayan seçilenler ve bunu öven seçmenler

Ülkemiz son zamanlarda gerek ülke savunmasında, gerek doğal afetlerde, gerekse tehdit oluşturan hastalık konusunda zor bir mücadele veriyor. Bu mücadelelerin başarıya ulaşması da milletin tüm samimiyetiyle kenetlenmesi, birlik içinde olması gerekir. Ülkemizi yöneten ve yönetenleri sorgulayan muhalefetin yanı sıra diğer siyasi partiler de bu mücadele sürecinde söz birliğine gitmeli ve ülkemizi tehdit eden emperyalistlere karşı güçlü bir birlikteliğin olduğu mesajını vermeli. Mehmetçiğin sınır ötesinde verdiği mücadelenin asıl nedeni barışı sağlamak değil midir? Ülkemiz barışı sağlamak için mücadele verirken, diğer devletlere de örnek olması gerekmez mi? Bu nedenle ülke sınırlarımız içerisinde de barışı sağlamamız, küslükleri ortadan kaldırmamız ve bu konuda örnek olmamız gerekir. Şiddetin sona ermesi için sınır ötesinde bile mücadele verirken, TBMM'de şiddet yoluyla çözüm arayışında olmak ne kadar doğru? Milletvekilleri, siyasi partilerin temsilcileri, yöneticileri

Vatandaşların fikri ne kadar önemli?

Büyükşehir Belediyesi son günlerde şeffaflık girişimleri kapsamında bazı çalışmaları sosyal medyada paylaşarak Şanlıurfalılara uygun olup olmadığını soruyor. Bu çalışmalar toplumda şeffaf belediyecilik çalışmaları olarak gösterilse de bana göre bu durum istenilen şeffaflığın yüzde 1'i bile değildir. Köprülü kavşaklara yapılacak olan renkli desenlerin nasıl olacağını sormak pek bir şey ifade etmez. Çünkü herkesin farklı bir renk seçimi vardır. Bu desenler vatandaşların istediği gibi olmasa da pek bir şey kabul edilmez. Nasıl yakışıyorsa öyle yapılmalı. Büyükşehir Belediyesi binasının yerinin yeşil alan çevrilmesiyle ilgili görüş almaya da gerek yok. Zaten sorsanız eski binanın yerinin yeşil alan yapılmasını istemeyen yoktur. Nasıl bir yeşil alan isteniyor soruna gelince, bir binanın yerinin nasıl yeşil alan olacağı bellidir zaten. Birkaç ağaç, oturmak için birkaç bank ve ekilen çim. Eski binanın daha kullanılır bir yeşil alan olmasını istersek altının otopark, üstünün ise

Türkiye kadar tahammülleri yokmuş!

2011 yı­lın­dan beri ça­tış­ma­lar­dan kaçan Su­ri­ye­li sı­ğın­ma­cı­la­ra ka­pı­mı­zı açtık, ek­me­ği­mi­zi bö­lüş­tük. Tam 9 yıl oldu ta­ham­mül ettik. Çünkü va­tan­sız kal­ma­nın ne kadar zor ol­du­ğu­nu, ça­tış­ma­la­rın ara­sın­da kalan ço­cuk­la­rın psi­ko­lo­ji­le­ri­ni, ken­din­den çok ço­cuk­la­rı­nı kur­tar­ma­ya ça­lı­şan anne ve ba­ba­la­rın fer­yat­la­rı­nı dü­şün­dük. Va­tan­sız kalan göç­men­le­re em­pa­ti kur­duk. İnsan­lık için se­si­mi­zi çı­kar­ma­dan ta­ham­mül ettik, kar­deş bil­dik. En fazla sı­ğın­ma­cı, ül­ke­mi­ze sı­ğın­dı, ka­pı­la­rı­mı­zı so­nu­na kadar aça­rak sı­nır­dan gü­ven­li ta­ra­fa ge­çir­dik. Bu göç­men­le­rin va­tan­la­rın­da kal­ma­la­rı va­tan­sız kal­ma­ma­la­rı için çaba gös­ter­dik, şehit ver­dik. Geri adım at­ma­mak­ta ka­rar­lı olduk, gö­zü­mü­zü kırp­ma­dan in­san­lık için gü­ven­li bölge oluş­tur­ma­ya ça­lış­tık. Ken­di­le­ri­ni in­san­lık hak­la­rı sa­vu­nu­cu­la­rı ola­rak gös­te­ren Av­ru­pa­lı­la­ra va­tan­sız kalan in­san­la